Geçenlerde LinkedIn’de nostaljik bir anımı paylaştım. Macromedia Director günlerimi hatırladım. Lingo ile script yazarken interaktif medyanın gerçek “direktörü” olduğumu sanardım. O zamanlar wireframing araçları bu kadar yaygın değildi ya da ben bilmiyordum.

Basılı Tasarım Geçmişim

Basılı tasarım geçmişim var benim. Tasarımın genelde son aşaması sayfa yerleşimiydi. Metinler ve görseller kullanılmaya hazır bir şekilde gelirdi. Biz de sessiz sedasız tasarımları göndereceğimiz zamana kadar çalışırdık. Çok fazla soru da olmazdı. İşimizi yapar, gelen revizyonları uygular, gerekli düzeltmeleri yapardık. Ne güzeldi o günler.

Sonra Macromedia Director geldi ve her şey değişti.

Her Şeyi Değiştiren Proje

Bir zamanlar altı dili desteklemesi gereken bir CD-ROM projesini üstlendim. Her dilin farklı çevirmenleri, scriptleri, seslendirmeleri vardı ve en önemlisi hiçbir içeriğimiz yoktu. Tam bir kaos içinde buldum kendimi.

Tasarım ve geliştirme sorumluluğu da bende olduğu için ne tasarım ekibi ne de geliştirme ekibi vardı. Tek başımaydım.

Responsive yerleşimler yoktu, stil kılavuzları yoktu. Proje ekibinden hiç kimse daha önce çok dilli, interaktif bir CD-ROM ile çalışmamıştı.

Macera dolu günlerdi! Her gün yeni bir yerleşim değişikliği ile karşılaştığımızdan her ekran sanki hareketli bir hedef gibiydi. Herkesin nasıl bir görünüm istediğine dair ortak bir vizyon bulmakta zorlandık.

Kağıt ve Kaleme Dönüş

En sonunda dayanamadım. Birkaç tane boş kağıt aldım ve ekranları çizmeye başladım. Başlıklar için kutular, butonlar için kareler, navigasyon için üst kısımlar oluşturdum. Çevirmenlere “Başlıkları lütfen 50 karakterin altında tutun” bile dedim.

Renk yoktu, şatafatlı fontlar yoktu. Hızlı çizgiler ve etiketlerden başka bir şey yoktu.

İşte o zaman wireframing’e düşük çözünürlükte ve tamamen kağıt üzerinde başlamış oldum.

Mühür Hack’i

Sürekli aynı kaydırma çubuklarını, kapatma butonlarını çizmekten bıktığım için “Mühürlerimizi HIZLI YAPARIZ!” diyen bir matbaaya gittim.

Matbaa sahibi ile oturup en çok kullandığım UI elemanlarının mürekkepli, kauçuk mührünü yaptıracak şekilde tasarımını yaptım.

Ofise döndüğümde bas, bas, bas… Ekran yerleşimini kısa sürede tamamladım. On fotokopisini çektim. Oklar çizdim, notlar yazdım ve dağıttım. Nihayetinde herkes ürünü anlamaya başladı.

Güzel değildi ama işe yaradı. İnsanlar kavramı anladı.

Düşük Çözünürlükte Wireframing’i Neden Hâlâ Kullanıyorum?

Yıllar içinde sayısız araç ile çalıştım. Tasarım setleri, prototip uygulamaları, iş birliği platformları ama düşük çözünürlükte wireframing benim için her zaman sabit bir kalem oldu.

Bugün Balsamiq kullanıyorum. Kağıt üzerinde çiziyormuşum hissini veriyor ama daha hızlı, daha temiz ve paylaşılabiliyor. Pixel perfection’a bilerek direnen bir yapısı olması hoşuma gidiyor. Renk yok, dikkat dağıtacak bir şey yok. Sadece fikirlerin akışı var.

Net düşünmeme yardımcı oluyor, müşterilerimi odaklıyor ve harika arayüzlerin basit başladığını hatırlatıyor.

Tavsiyem Mi?

İlk fikirlerinizi fazla tasarlamayın. Siyah beyaz başlayın, gerekiyorsa bir vurgu rengi ekleyin. Vurgu için sarı post-it kullanın. Gölgelere, glassmorphism’e kaçmayın.

Tarza değil, yapıya odaklanın. İlk taslakta yaratıcılıktan çok netlik kazansın.

Balsamiq kadar hızlı ve temiz bir araç biliyorsanız benimle paylaşın. Basit çalışmanın daha iyi yollarını keşfetmeye her zaman açığım.

O zamandan beri 1999’da wireframe çiziyormuşum gibi çizmeye, mühür basmaya ve karalamaya devam ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Close Search Window